İbni Hallıkâ,n, «Vefeyâtu’l-A*yân» adlı eserinde CaTer-i SAdık'ı şöyle tanıtır: «İmamiyye mezhebinin oniki imammdan biridir. Elhl-i Beyt in ulularından olup sözünde sadakatli oldtı^u için «SAdık» JA-kabını almıştır. Üstünlüğü herkesçe bilinmektedir. Sufî ve Tarsuslu Câbır b Hayyan onun talebesi idi. CAbir b. Hayyan, Ca’fer-i SAdık'm beşyuz adedi bulan risalelerini bin varaklık bir kitapta toplamıştır. Ca fer 1 Sâdık, Medine'deki Baki’ mezarlığmda yatmakta olan babası Muhammed Bakır, dedesi Ali Zeynelâbidin ve dedesinin amcası Ha- ı san b Ali'nin kabrine defnedilmiştir. Onun yattığı mezar işte böyle I mübarek ve şerefli bir
1 — Büyük bir kimya bildrini olan; tabiat, kimya ve akaide dair bir çok eserleri bulunan Câbir b. hayyan, Câfer-i Sâdık'ın talebesidir.
2— Câbir b. Hayyan’m neşrettiği bu beşyüze yakın risale aslında Ca’fer-i Sâdık'a aittir. Fakat bu husus tetkike muhtaçtır. Çünkü Câbir'e nisbet edilen bu risaleler, Ca*fer-i Sâdık’a ait olsaydı, CA-bır’in bunu, açıkça ona nisbet etmesi gerekirdi. Câbir, Şiiliğe temayülü olan bir kimsedir. O halde, Hz. Ali soyundan olan çağındaki en büyük imamın sözlerini ona nisbet etmeksizin nakletmesi akla yatmaz. Ancak, Câbir, bu risalelerin Ca’fer-i Sâdık’tan aldığı ilham ve işaretlerin eseri olduğunu söylemiştir.ilmi Allah’ı bilmek, Onun vahdâniyyetini isbat etmek hususunda bir vâsıta olarak kullemırdı. O, bu konuda, Kur’an’ın kâinat hakkında sanleu'i düşünmeye davet ettiği metoda uyardı. Mufcuidal b Amre imlâ ettirdiği Risaletu’t-Tevhîd» adlı eserinde güneş, gece ve gu^ düz, karanlık ve ışık hakkında şöyle söylemektedir:Gündüz ve gece devletini ayakta tutmak içîn güneşin doğuş ve batışını düşününüz. Eğer güneş doğmasaydı dünyamız saçma bir şey olurdu. İnsanlar maişetleri için çalışamazlar, kapkaranlık bir dun yada işlerini yürütemezlerdi. Onlar, ışığın tadını kaybettikten son ra hayatta hiç bir saeıdet duyamazlardı Güneşin doğuşundaki fay dalar açıktır, onları uzun uzun anlatmaya ihtiyaç yoktur Güneşin batışını düşününüz. O batmasaydı insanlar için huzur ve sükûn ol mazdı. Halbuki onlar, bedenlerini dinlendirmek, duygularını topar lamak, yediklerini sindirmek, besinleri organlarına yararlı olacak bir şekilde hazmedecek sindirim cihazlarını harekete geçirmek için hu zur ve istirahata nekadar muhtaçtırlar. İnsanları yeniden ve sürek li olarak çalışmaya sevkeden şevk, böyle bir istirahattan sonra or taya çıkmaktadır. İnsanların çoğu, gecenin karanlığı basmasaydı ka zanmak, biriktirmek ve mal sahibi olmak için hiç istirahat etmezdi Ayrıca yer yüzü, güneşin sürekli ışın ve sıcaklığı altında durmadan ısınırdı. Allah, hikmet ve tedbiri ile güneşin belirli vakitlerde do ğuş ve batışını takdir etmiştir. Tıpkı bir evin lâmbası gibi, ev halkı ihtiyaçlarını gidersin diye bir müddet çevresini aydınlatmakta, son ra onların istirahat ve huzurlarını sağlamak için sönmektedir. Boy lece, karanlık ve ışık, birbirine karşıt olmakla beraber, dünyanın ni zammı sağlamak için biri diğerini desteklemektedir.
«Bundan sonra güneşin yükselişini, yılın dört mevsimini meyda na getirmek için alçalışını, bunlardaki tedbir ve maslahatı düşününüz! Kışın ağ€tç ve bitkiler üzerindeki ısı azalıyor, bunlar meyve ve ürün verme hazırlığı yapıyor, hava yoğunlaşıyor, dolayısıyle bulut ve yağmurlar meydana geliyor, hayvanların vücutları kuvvet ve sağlamlık kazanıyor. Bahar olunca, canlılara bir hareket geliyor, doğrucu unsurlar ortaya çıkıyor, bitkiler filizleniyor, bir süre sonra da çiçekleniyor. Ha3rvanlar çiftleşerek yavrulamaya hazırlanıyor. Yazın hava ısınıyor, meyveler olgımlaşıyor, vücutlardaki fazlalıklar atılıyor, yeryüzü kuruyarak iş ve bina yapmaya elverişli bir hale geliyor. Güzün hava berraklaşıyor, hastalıklar gidiyor, vücutlar sağlamlaşıyor ve geceler uzuyor... Hava bu mevsimde gayet güzelleşiyor ve türlü faydalar meydana geliyor... Yılın devretmesini sağlamak için
güneşin oniki burcu dolaşmasını ve bundaki tedbiri düşününüz I Dört mevsim işte bu devir sayesinde meydana gelmektedir.
Bu ifadelerin Ca’fer-i S&dık'a nisbeti dognru ise onun kozmoloji, burçlar ve yıldızlar hakkmdaki ilimlerle uğraştı^ bir gerçektir.
Adı geçen risalenin. Ca’fer-i Sâdık'a nisbetini reddedecek bir dehle sahip değiliz. İmamiyye (Ca’feriyye) mezhebi mensuplan, bu risalenin İmam Cafer’e ait olduğunu kabul etmektedirler. Kesin bir delil olmadıkça bir çok bilginlerin kabullendiği bir görüşü reddetmek doğru değildir Çünkü bir delile dayanmaksızm herhangi bir fikri ortaya atıp kabul ettirmek, ilmi de ilim geleneğini de temelinden yıkar. Düşünebilenler, böyle bir yola baş vurarak, delilsiz bir dâvayı ortaya atmazlar.Tarihçiler. Ca’fer-i Sâdık la Câbir b. Hayyan arasındaki ilgiyi kabul etmektedirler. Câbir, itikad ve iman esaslan konusunda İmam Ca’fer den ders almış ve onun görüşlerini benimsemiştir. İmam Ca’-fer’ın, eşyanın mahiyetleri, madenlerin özellikleri ve eşyanın birbiriy-le karışımından çıkan neticeler üzerinde durduğunu yine tarihçiler anlatırlar. Bütün bunlar bize gösteriyor ki, adı geçen risalenin ihtiva ettiği bilgilerin, hiç olmazsa, büyük bir kısmı İmam Ca’fer’e aittir.
İmam Cafer, İslâm âleminde felsefî ilimlerin Arapçaya girmeye. felsefe ekollerinin kurulmaya ve araştırmalann düzenli bir şekil almaya başladığı bir çağda yaşamıştır. Çünkü Emevîlerin sonuna doğru ve Abbasîlerin ilk devirlerinde, Süryanîler ve başkaları vâsıtasıyla İslâm düşüncesine Hint ve Yunan düşüncesi girmeye başlamıştır.
İmam Ca’fer’in propagandasını yapanlar, onun ilim ve incelemeleriyle yetinmezler; ona. çahşıp okumakla öğrenilmeyen, fakat Peygamber (S.A.V.)’in Hz. Ali’ye verdiği ve onun da, Peygamberden aldığı vasiyet üzere, kendisinden sonra gelen oniki imama devrettiği bir ilim nisbet ederler. İşte onlar oniki imamdan altmcısmı teşkil eden İmam Ca’fer’e nisbet olunan bu ilme «Cefr İlmi» admı vermişlerdir.
Cefr kelimesi, asimda, kemikleri irileşmiş ve sertleşmiş kuzuya denir. Bu kelime, daha sonra deri mânasma kullanılmıştır. İmam
(2)lUsaletu*t-Tevlıid, s. 4S, 49.
(*) Halk arasuıda Türkçemisde genel olarak ba İlim, «GHr İlmi» diye bûfarir. Çeviren.
Ca’fer’in Cefr ilmine sahib olduj^unu iddia edenlere göre bu tahsille elde edilmeyen ve Allah katından verilen bir ilmin Günümüzdeki bazı şıİ yazarları bu konuda şöyle derler: «Cefr dünyanın sonuna kadar meydana gelecek hâdiselerin bilinmeimj sağlayan harflerin ilmidir, imam Ca'fer’in Cefr ilmine sahip old^, ğu kendisinden nakledilmiştir O, bu ilmi şöyle anlatmıştır; c^fj. deriden bir kap olup geçmiş Israiloğullan bilginlerinin ilmi onmi içindedir. O bilginlerden Cefrie dair birçok şey bize kadar gelmiştik Bu ilmi ve onunla ne kasdedıldiğini bilmesek de, Cefr ilminden bah seden bazı hadisleri biliyoruz. Bu ilim, Israıloğullan bilginlerinin faydalandığı kaynaklardandır. Allah, bu şerefli ilmi onlara ihsan et miştir**.
Muhammed b. Yakub el-Kuleyni (el-Kulinî. Ol. 328 H ) «el Kâfi, adlı eserinde — bu eser, İsnâ-Aşeriyye mezhebine göre kaynak vazı fesi gören dört hadis kitabından biridir— şöyle demektedir ; «Cefr’ de Musa’nın Tevratı, İsa’nın İncili ve bütün Peygamber ve vasilerin, geçmiş Israiloğullan bilginlerinin ilimleri, helâl, haram, olmuş ve olacak şeylerin ilmi mevcuttur. Cefr iki kısma ayrılır; Birinci kısmı keçi derisi üzerine yazılmış kitaplar, diğeri de koç derisi üzerine ya zılıfıış kitaplardır.»
el-Kuleyni, el-Kân’sinde aynen şunları da söylerler
Ca’fer-i Sâdık şöyle demiştir: Bu gün sabahleyin. Allah’ın Hz. Mu hammed’e ve O’ndan sonra gelecek olan imamlara özel olarak ver miş olduğu Cefr kitabına baktım. Orada bizim gaib imam (bu on-ikinci imamdır)’ın doğuşunu, Sâmmarra’da kayboluşunu, geri dönüşündeki gecikişini, ömrünün uzunluğunu, o zaman mü’minlerin karşılaşacağı belâları, kalblerinde şüphelerin doğuuşnu, çoğunun din lerinden dönüşünü ve Kur’anda Allah’ın, «Her insanın amelini ken di boynuna doladık»^ âyetiyle işaret buyurduğu Islâm bağını, yanı velâyeti omuzlarından atışını düşündüm.»
«Ey Peygamber’in torunu, bildiğin bu ilimle bizi birazcık şeref-endirmez misin ?dedik. O da bize şöyle cevap verdi: Allah, bizden :elecek kaim’e peygamberlerinin sünnetlerinden bazı şeyler ihsan tmiştir. Meselâ, Nuh’un sünnetinden uzun ömûrlülüğü, lbr€Üıim’in innetinden gizlice doğmayı ve insanlardan uzak yalamayı, Musa’-ın sünnetinden beışkalarını korkutma ve gözden gâip olmayı, Isa’-n sünnetinden kendisi üzerinde insanların ihtilâfa düşmesini, Ey-ıb’un sünnetinden sıkmtıya uğreıdıktan sonra ferahlığa kavuşma-
(3)Seyyid Mahammed Hüseyin el-Muzaffer. KiUb es-S£dık. c. I» s. 100.
Muhammed'in sünnetinden de kılıçla ortaya çıkmayı verxnİ9tir. Raim, işte O'nun hidayetine uyar Te Onun yolundan gider.»
Bundan sonra el-Kkfi*de, Cefr'in İmam Ca'fer'e verilen bir kitap olduğu ve onun zaman zaman bu kitaba başvurarak olmuş ve olacak şeylere ait gayb ilmini gerek harfler, gerek remzJer, gerekse haberler vâsıtasıyla bildiri anlatılmaktadır. Bir kısım Ca'ferllerin iddiasına göre Cefr, her imamın kendisinden sonra gelen imama bırak-tıj^ı bir kitap veya ilimdir. Daha sonra el-KuleynI, el-KâfTsinde aynen şöyle demektedir ;
«Allah Tealâ. Peygamberine bir kitap indirdi. Bu kitabı getiren Cebrail, ey Muhammed, bu senin asil (necib)’lere vasiyyetindir, dedi. Muhammed de. ey Cebrail, asiUer kimlerdir? diye sordu. O da : Ali ve evlâtlarıdır, dedi. Bu kitap üzerinde altm mühürler vardı. Hz. Muhammed. aldıg^ı bu kitabı Ali (R.A.)*y© verdi. Ona mühürlerden birini açıp onunla amel etmesini söyledi. Sonra Hz. Ali, bunu o^lu Hasan’a verdi. O da bunun bir mührünü açıp onunla amel etti. Sonra Haşan, onu kardeşi Hüseyn’e verdi. Hüseyn de onun bir mührünü açınca kendisine, ailenle birlikte şehid olmaya çık; onlara şehid-lık, ancak seninle nasip olacaktır. Canını Allah’a sat ...denildiğini gördü
Daha sonra o, bu kitabı oğlu Ali Zeynelâbidin’e verdi. O da, bunun bir mührünü açınca kendisine; başım eğerek sus. evine çekil, ölünceye kadar Rabbına ibadet et, diye emredildiğini gördü. Sonra o. bunu oğlu Muhammed Bakır’a verdi. Muhammed Bâkır da. bunun bir mührünü açınca; insanlara anlat, onlara fetvâ ver, i£hl-i Beyt'ın ilimlerini yay. salih atalarını doğrula. Allah’tan başka kimselerden korkma, sana kimse dokunamaz... sözleriyle karşılaştı. Sonra onu Ca’fer-i Sâdık’a verdi. O da, bunda; insanlara anlat, onlara fetvâ ver. yalnız Alladı*tan kork, Ehl-i Beyt’in ilimlerini yay, atalarını doğrula. Çünkü sen eman ve muhafaza altmdasm... sözlerini gördü.»
İslâm bilginleri. İsnâ-aşeriyyeden Cefr ilmi hakkmda bir çok şeyler nakletmişlerdir. Kimisi bu mezhebe bağlı olanların görüşlerini açıklamak, kimisi de onlarla alay etmek için Cefr'den bahsetmiştir. İbni Kuteybe, «Uyün’l-Ahbâr» adlı eserinde şöyle anlatır: «Talha b. Mus€UTif der ki : Ben abdestli olmasaydım şiîlerin Cefr’e dair sözlerini size anlatırdım. Zeydilerin reisi olan Harun b. Sa’d el-lcU de bir manzumesinde şöyle demiştir:
^bi büyük faküıler, Sufyan-ı Sevri ve Süfyan b. Uyeyne cibi bû> yuk muhaddlsler ondan ilim almışlardır.
2— imam Ca fer’e niBbet edilen Cefr ile ilgili rivayetlerin ço^u el-Kuleynt yoluyla gelmektedir. Bu el-Kuleyni. aynı zamanda îmM^rrı Ca’fer’ın Kur’an’da eksiklik bulundu^üi^u söyledı|rûıi de rivayet etmiştir. El-Kuleyni’nin Kur’an’la ilgili bu rivayetinin yalan dldugu-nu. İmam el-Mardi ve Grencisi et-Tusl gibi İsnA-Aşenyye’nın büyük imamları ortaya koymuş ve İmam Ca’fer'den bu rivayetin tam aksini nakletmişlerdir. Asılsız bir şeyi böyle bir imama nisbet ederek rivayet eden kimsenin bütün rivayetleri, lıaklkat araştıncılan nazarında kabul edilmeye lâyık değildir.
3— Ca feri Mezhebi bılgmleri, şimdi de İmam Ca’fer için yazdırlar ı haltercemelerinde Cefr ile ilgili rivayetleri ona nisbet ediyorlar. Fakat bunları teyıd edecek herhangi bir şey ortaya koyamıyorlar, sadece onları nakille yetiniyorlar.
Bana göre Cefr fikrini, Îsnâ-Aşeriyye me2Üıebine sokanlar Hat-câbilerdır. Makrizi’nın «el-Hıtat» adlı eserinde şöyle denilmektedir : «Hattâbilerın hepsi Ca’fer-i Sâdık b. Muhammed’in kendilerine «Cefr» denilen bir deri bıraktığını, bu deride ihtiyaç duydukları bütün gayb ilimleri ile birlikte Kur’an tefsirinin bulunduğunu iddia etmişlerdir.»
Hattâblerın başı olan Ebu’l-Hattâb Muhammed b. Ebî Zeyneb’in sözlerini imam Ca’fer’ın nasıl reddettiğini ileride göreceğiz.
imam CAFER İLMİ İLE ÇAĞDAŞLARINA FEYZ VERİYOR
İmam Ca’fer’e, kendisinin de reddettiği bir takım sıfatlar verenleri bir yana bırakalım ve onun gerçek sıfatlarıyla yüksek meziyetlerini anlatalım. İmam Ca’fer’in öyle yüksek meziyet ve sıfatlan vardır ki, kendisinden sonrakilerin hiç birisi bunlara saiıip olamamıştır. O, gençliğinde atalarından ve çağmdaki büyük bilginlerden ilim tahsil etmiştir. Babasından aynca güzel sohbeti, iyi insanlarla düşüp kalkmayı öğrenmiştir. Babası İmam Muhammed Bâkır, kendisine şu öğütlerde bulunmuştur:
«Fâsıkla arkadaşlık etme. Çünkü böylesi, seni tamah ettiği bir lokmaya değişir. Cimri ile de arkadaşlık etme. Çünkü o da, en çok htiyaç içinde olduğun bir anda, malım elimden gider diye, seninle igisini keser. Yalancı ile de arkadaşlık etme. Çünkü o, serap hük-bündedir; sana uzaktan yakm, yakından da uzak görünür.
la da arkadaşlık etme. 2^ira o. sana iyilikte bulunmak istediği de kötülük eder. Akraba tanımıyanla da arkculaşlık etme. ben, böylesini AUah*m kitabmda lanetlenmiş olarak gördüm.
Rivayet edildiftme göre Irak'm hadis bilgini ve Kûfe’nin Süfyem’ı Sevrî, bir gün İmam Ca’fer’in meclisinde bulunuyordu. ^ fer ise hiç konuşmuyordu. Süfyan-ı Sevri:
—Benimle konuşmadıkça buradan kalkıp gitmem, dedi
İmam Ca’fer de şöyle cevap verdi:
—Ben seninle konuşuyorum. Ey süfyauı, sen, çok konuşmaktan ne iyilik bekliyorsun. Allah sana bir nimet verirse, sen de bunun devamını arzu edersen. Allah'a hamd ve şükrü artır. Çünkü Allah Kur'an’da: «And olsun ki şükrederseniz elbette size (nimetimi, tınnm.” buyurmuştur. Rızk’m gecikirse istiğfarı arttır. Zira Allah «Rabbınızdan mağfiret dileyin. Çünkü O. çok yarlıgayıcıdır. O. gök ten bol bol yağmur salıverir. Mallarınızı, oğullarınızı çoğaltır. Size bağlar, bostanlar verir ve sizin için ırmaklar akıtır.»buyurmuştur Ey Süfyan, sultan veya başka birinin işi seni iyice üzerse«Lâhavlo velA kuvvete illâ billâh = Her türlü güç ve kuvvet Allahındır» sözünü çok söyle. Çünkü bu düa, kurtuluşun emahtan ve cennet hazi nelerinden biridir.
Bunun üzerine Süfyan-ı Sevrî, elini sıktı ve «Nekadar önemli üç öğüt!» dedi.
İmam Mâlik, Ca’fer-i Sâdık’tan ilim almıştır. O, İmam Ca’fer ın meclisine sık sık gelir, fıkıh ve hadis öğrenirdi. İmam Ebu Hanife de, Ca’fer’den bir kısım rivayetlerde bulunmuştur. İmam Ebu Yusuf ve Muhammed’in «el-Âsar» adlı eserlerini okuduğumuz zaman Ebu Hanife’nin Ca’fer-i Sâdık’tan yaptığı rivayetleri görürüz. İmam pa’fer, güvenilir büyük bir insandı imam Ebu Hanife kendisiyle ya* ?ıt olan İmam Ca'fer'den istifade etmekten çekinmemiştir. Şiî müelliflere göre Ebu Hanife, tam iki yıl Ca’fer-i Sâdık’m yamndan ay* ılmamıştır. Ebu Hanife’nin bu iki yılı işaret ederek «İki yıl olma aydı Numan helâk olurdu» dediği rivayet edilir.
Ebu Nuaym el-isfehânî, «Hilyetu’l-Evliyâ» smda şöyle demekte-T: «Ca’fer-i Sâdık’tan birçok tabiiler rivayet etmiştir. Yahyâ b. Sâ-el-£nsarl, Eyyub es-Sahtiyânî, Ebân b. Taglib, Ebu Amr b. el-Alâ’, ezid b. Abdillah b. el-Hâdî bunlar arasmdadır.
Şehristânî, Ca’fer-i Sâdık hakkında şöyle söyler: «O, dinde de rin bir ilim, hikmet'de kâmil bir edep, dünya hususunda büyük bir züht sahibi ve şehevi arzul€u*dan tamamen uzak idi. Medine’de uzun müddet oturmuş, kendi taraftarlarına çok faydalı olmuştur. O, kendisine bağlı olanlara ilmin sırlarını öğretmiştir. Sonra Irak’a gelmiş, oreuia bir müddet oturmuştur. Bu sırada hiç bir kimse ile hilâfet ve imamet meselesini tartışma konusu yapmamıştır. Çünkü ilim d ni zine dalan, sâhil aramaz. Hakikatin doruğuna çıkan, düşmekten korkmaz. Allah ile dost olan, insanlardan uzaklaşır. Allah’dan baş kasıyla dostluk eden kimseyi de, şeytan arkasına takıp götürür.-
Bu sözler açıkça göstermektedir ki, îmam Ca’fer, hilâfet peşine düşmediği gibi onunla ilgili sözleri dahi dinlememiştir. Bu, ittifakla kabul edilen bir husustur. Fakat îmamiyye Mezhebine bağlı olanlar, Ca*fer-i Sâdık’m, çağmm imamı olduğunu, «Takiyye» prensibini benimsediğini, hattâ: «Takiyye benim ve atalarımın dînidir* dediğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre takiyye, mü’minin inandığı bazı şeyleri, baskı ve işkenceden korktuğu veya gayesine bu yolla ulaşma imkânmı elde etme duygusuna saJıip olduğu için gizlemesi ve açığa vurmamasıdır. Bu görüşün dayandığı temel, Kur’an’ın, «Müzminler, mû'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa artık ona Allah'tan hiç bir şey yoktur. Meğer ki onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı korkmuş olasmız. Allah, size kendisinden corkmanızı
I Imamlyya mı^/htblne gftrt ımameta vtraa«t vtya Paygam I#!* ıs A V )’ln va«lyy«tı ila arlşllir Otakılara g6ra !»• Imamat, biat
biiful İş başına gaçmakla olur
Si Imanıiyya m<^/heblna göra İmam, fiilen iş başına geçmaaa
komlıtl İçin bir davetçl (dâl) çıkarmaaa dahi İmameti mutabar gayılır İmam Zeyri bahsında da •öyladlgimlz gibi. Zaydilar bu görtk !• nıııhalafat almışlardır
İmam Ca’fer, kandlünın iniam olduğunu iddia atmadljl halde Irak taki şillar giril toplantılarında onu İmam olarak anıyorlar va nıp/habina baftlanıyorlardı. Fakat. Ca fer i SAdık’ın tamamen urak olduğu bir takım fikirleri onun adına ortaya atmaktan çekinmiyor liî-dı Şiilik aatp.n bu gibi İnsanlara karşı Caferi Sâdık’ın almış ol dıı|u variyeti aör konusu etmeden önce, onun görlerl önünde Ehl I Beyte yapılan mihnetleri anlatmak istiyoruz
CaTer i SAdık; amcası Zeyd b Ali ZeynelAhi.îm’In. Fmev! halife-ni Hişam b Abdilmelik devrinde hak talebiyle ortaya çıkışını, Fhl i Beyt’den bilgili ve tecrübeli insanların uyarmasına ve Hz Hüseyin'i âıleslyle birlikte iş ciddileşince İbra Ziyad'ın pençesine bırakıp kaçan îrak'lılara güvenmemesini hatırlatmasına ra^S^men. meydana atıldığında feci şekilde öldürülüşünü, daha sonra kabri. eşilerek temiz cesedinin bir hurma kütüğüne asılışmı gözleriyle görmüştür Yine o. İmam Zeyd'In zürriyetlnin, oftlu Yahya dAhil olmak üzere, da ha sonra ard arda nasıl öldürüldüğünü müşahede etmiştir.
Ru acıklı olaylar sona ermiş; fakat, Ca’for i Sâdık'ın ruhunda çok ağır etkiler bırakmıştır. O, çağındaki şillerin kendilerini nasıl aldattığını, gerekince onlara yardım etmediğini, bol bol konuşup hiçbir iş yapmadığını, teşvik edip iş sıkıya binince kaçtığım iyice öğrenmiştir. Fakat aslında, Hz. Ali’nin de daha önce dediği gibi, on lann tuzağına düşen gerçekten aldanmıştır.
Abbasi devleti kurulunca bu devletin başına geçenlerden, amca-lan Hz. Ali’nin evlAtlarma karşı daha yumuşak ve daha lûtufkAr davranmaları bekleniyordu. Ebu’l Abbas es Seffah devrinde bunun belirtileri de görülmeye başlamıştı Fakat el Mansur tahta çıkınca Medine’de Hz Ali'nin torunlarından Muhammed b. Abdillcdı b. el-Hasen, Irak’ta da kardeşi İbrahim ayaklandılar. Bundan sonra Hz. Ali evlAtlonna karşı yine bwkılar şiddetlendi ve hepsi göz hapsine alındı. Daha sonra iş. kanlı bir fâcla ile nihayete erdi. Bu arada, Muhammed en Nefs-üz-Zekiyye (Muhammed b. Abdillah b. el Hosen) Medine’de, kardeşi İbrahim de Irak’ta öldürüldü.Zekiyye ile İbrahim'in babası olan Abdullah b. el-Hasen, türlü işkencelere u^adı ve Halife el-Mansur tarafından atıldı^ hapishanede tazyik altında 145 H. yılında hayata gözlerini yumdu.
İmam Ca’fer-i SAdık. bütün bunları gözleriyle gördüğü için siyasetin dolambaçlı yollarından uzaklaşarak kendisini ilme verdi İlimde teselli, nur, şeref ve dünya arzularma karşı ululuk buldu. Zira ilim ve marifette yükselenlerin gözünden dünya arzulan silinip gider; hele bu arzular çeşitli hilelerle kanşmış olursa.. Başkalarmın başına gelenlerden ibret alan İmam Ca’fer, «Devlet reisi olmak isteyen helâk olur» demiştir.
Fakat siyasetten uzaklaşmış, idari işlere kanşmamış, hilAfet id-diasmda bulunmamış ve bu yolda bir gayret göstermemiş olmasına rafimen, İmam Ca*fer’in siyasi hiç bir görüşü yoktur diyebilir mi ylz ?
İmam Ca'fer'in hayatmı incelediğimiz zaman kesin olarak görürüz ki o, hiIAfet iddiasında bulunmamış ve bu maksatla ne açık, ne de gizli hiç bir faaliyet göstermemiştir. Fakat, samimî talebe ve dostlan arasında onun kendine özgü siyasî bir görüşü yaymak isteme-liğini iddia edeme5riz. Çünkü, propaganda şeklinde yayıli-ıayan ve ^iill bir durum almayan inanç ve kanaatlara zincir vurulamaz tma-niyye mezhebine bağlı olanlara göre Ca*fer-i Sâdık’ın bu davranışı, mkiyye (korku ve gizlilik = Sır tutma) prensibine uymasından 11e-1 gelmiştir. Bize göre ise bu, onun fiilî olarak siyasetten uzaklaşmış ılmasına bağlıdır.
Bununla beraber İmam Ca*fer, kendisine bağlı olduğunu iddia den bir kısım dAIlerin yüzünden çeşitli imtihanlar geçirmiştir. *ak’ta ve IslAm ülkelerinin doğu bölgelerinde bulunan bir takım hl-i Beyt dAî’leri (propagandacıları) arasında çeşitli sapık ve çü-ik fikirler doğmuştur. Bu fikirlerin en ehveni sahabîleri kAfir şayak, Ebu Bekr ve Ömer (R.A.)’e lAnet etmek; en kötüsü de Ehl-i )yt mensuplarmm Tanrı olduklannı ortaya atmaktır. Nitekim bu iler, Muhammed BAkır ve CaTer-i SAdık için bu türlü iddialarda Junmuşlardır.
îmam Ca’fer zamanmda Irak’ta sapık bir dAI vardı. İmamlan :dis eden, haramlan mübah sayan bu dAI Ebu’l-Hattab Muham-d b. Ebl Zeyneb el-Ecda’ el-Esedldir. Bu dAI, tran asıllı olup 143 H. nda öldürülmüştür. Makrizinin «el-Hıtat» ında yazdığına göre rii ortaya atan bu sapık dAl’3ri tsa b. MûsA öldürmüştür. El-Eş’a-MaicalAtu’l-lslAmiyyİn» adlı kitabmda bu dâiye nisbet edilen ttAbİ3rye> fırketsmın iddialarını şöyle anlatır;
«HattAbller boş fırkadır. Hepsi de imamların pejgamher ve hüccet olduklarını İleri sürer. Onlara göre iki peygamber v€U*dır: Birisi nâtık (konuşan), di£:eri de sâmıt (suseuıl’dır. Nfttık peygamber Hz. Muhammed. sâmıt peygamber de Ali b. Ebl Talib’tir. Onlar bugün ^ryüzündedirler. Olmuş ve olacak herşeyi bilirler. Bütün insanların onlara itaat etmesi farzdır. Hattâbllere göre Ebui-Hattab da peygamberdir. Yukarıda işaret edilen peygamberler, Ebui-Hattaba da itaat edilmesini farz kılmışlardır. A3rm şeyi kendileri için de söylemişlerdir. Onlara göre Hz. Hüseyn’in çocukları AUah’m dostlan ve evlAt-landır. Daha sonra aynı şeyi kendileri hakkmda da ileri sürmüşlerdir. Hattâ İmam Ca'fer’in kendilerinin Tannsı oldujrunu iddia etmişlerdir.»
Bu açıklamadan anlaşıldığa göre Hattâbller, imamlann peygamberliğini, sonra daha ileri giderek onlarm tannlı^m ve çağlarındaki Tanrının İmam Ca*fer oldu^nu iddia etmişlerdir. Fâtiml-lerin kadılarından el-KâdI en-Numan et-TemImî (öl. 363 H.) «Deâi-mu*l-îslâm» adlı kitabmda Ebu*l-Hattab hakkmda şöyle söyler:
•Ca*fer-i Sâdık asrmdaki dâllerden en aşın giden Ebu*l-Hattab idi. Küfre düşen, hattâ peygamberlik dâvasına kalkışan bu adam, Ca’fer-i Sâdık'm Tann oldufeimu da iddia etmiştir. Haramlann hepsini helâl kılmış ve işlenmesine müsaade etmiştir. Kendisine bağlı olanlar, farzlarm a^ırlıg^dan şikâyet ederek «Yükümüzü hsd’iflet, ey Ebu’l-Hattab» demişler, o da, bütün farzlan terketmelerini emretmiş, her türlü yasaklan ve birbiri için yalancı şahidlik etmelerini mübalı kılmıştır. O, imamı tanıyan kimse için haram olan her şey helâl olur, demiştir. (!) Ebu*l-Hattâb’m bu hali Ca’fer-i Sâdık’a söylendi^ zamcuı o, buna lânet etmiş, ondan tamamen uzak oldu-ğımu bütün talebe ve arkadaşlarma bildirmiş, İslâm ülkelerine mektuplar yazarak bu durumu her tarafa duyurmuştur.»
Bu sapık dâinin sözleri etrafa yayılmış, o çağda mevcut olan ibahiliğin tesirinde kalan ve kalplerinde putperestlik kalmtısı bulunan bazı kimseler tarafmdan benimsenmiştir. O devirde Ebu’l-Hat-tab’m yaydığı görüşlere benziyen daha başka sapık fikirler de oldukça çoğalmıştır. Belki bunlann hepsi, aynı kaynaktan besleniyordu. İmam Ca’fer’i siyasetten U2»klaştıran şey, kendi adma ortaya atılan bu görüşleri reddetmek ve düzeltmek mecburiyetinde olduğunu hissedişidir. Burada sözü. el-KâdI en-Numcm’a bırakalım. O, bu konuyu «Deâimu'l-îslâm» da şöyle cuılatmaktadır
rumlannı. Allah’ın tAyin etmiş olduğu sınırlan aştıklarım, haram lan helAl kıldıklarını, şerîatin z&hirini kabul etmediklerini blldij-tn bir dostuna şöyle yazmıştır; Sen, onlann namazı. zekAtı, Ramazan orucunu. hcu:cı. umreyi, Mescid i Haram ı. Şehr i haramı ve mukaddes yerleri, cûnüplükten gusletmeyi, Allah’ın kullanna farzettigı har şeyi birer adam diye iddia ettiklerini söylüyorsun. Yine, onlara göre, bu adamlan tanıyan kimsenin bütün amellerden muaf tutulaca-j^i; namazı kılmış, zekâtı vermiş, orucu tutmuş, hac ve umreyi yapmış, cünüplükten temizlenmiş, Allah’ın haramlanna, Şehı-i harama ve Mescid i harama saygı göstermiş olacağını; kezA, o adamla-n kalben tanıyanlar için b€işı boşluğun ve nefislerini yormamalarının caiz olduğunu söylüyorsun. Yine, o adeunlan tanıyan kimsenin kendisi bilmese de, Allah’ın emirlerini vaktinde yapmış kabul edileceğini ileri sürdüklerini yazıyorsun. Kezâ onlar, senin öğrendiğine göre içki, kumar, zina, faiz, murdar hayvan (meyte), kan, domuz eti gibi Allah’ın yasakladığı kötü şeylerin de birer adam olduğunu iddia ediyorlarmış. Onlar; anaları, kızlan, kız kardeşleri, hala ve teyzeleriyle evlenmeyi Allah’ın haram kılmadığını, ancak mû’min-lere Peygamberin hanımlanyla evlenmeyi ye^akladığmı, ötekilerle evlenmenin mübah olduğunu söylüyorlarmış. Onlann bir kadına sıra ile peş peşe temas ettiklerini, birbiri için yalancı şahitlik yaptık-lannı, dinin bir iç yüzü bir de dış yüzü olduuğnu, iç yüzünü kendilerinin tanıdığını ve asıl istenilen şeyin bu iç yüz (bâtın) olduğunu iddia ettiklerini öğrenmişsin. Bu türlü şeylere incmanlar, bana göre, apaçık müşriktir, kâfirdir ve bunda hiçbir kimsenin şüphesi olmamalıdır.»
Bu yüce dîni bozmak isteyen azgın ve sapıklara karşı İmam Ca’-fer’in aldığı vaziyet işte budur. O, gücünün yettiği kadar bütün yanlış görüşleri düzeltmeye çalışmıştır. Fakat, îslâmm esaslarmı kökünden yıkmak isteyen ve onun mübarek adını sömüren bu türlü sapıkların niyeti elbette islâh değil, kötülük etmekti. İslâmî akide ve esaslarıyla birlikte yok eden ve nefsi arzularm meydana getirdiği böyle bir ortamda kuvvet kazanan buna benzer sapık propagandalar. İslâm düşüncesine son derecede baskıda bulunuyor ve onu çığırından çıkarmak için zorluyordu. İbnu’l-Eslr, «el-Kâmil» adlı tarih kitabında bu konuyu şöyle anlatır:
«İslâm düşmanlan zor kuUeuıarak İslâmî kökünden yok etmekten ümitlerini kesince; muhaddisler tarafmdan tesbit edilmiş olduğu gibi, uydurma hadisler ortaya atmaya, bazı meseleleri ileri sürerek, zayıf akıllüan dinleri hakkmda şüpheye düşürmeye, tevil ve tenkit etmek suretiyle doğruyu yanlış göstermeye başlamışlardır.SAdık’ın bu sapıklarla yaptığı mücada-İn v«>k vfiiinıll olmuş İsa da. onlann nüfuzunu tamamen kıramamışın I akat santimi İnsanların, bu türlü sapıklarm tesirinde kalmasmı Atılfimişlir Na var kİ Islâm! esasları yıkmak isteyen kötü niyetliler, yina ila İfsatlarına davam etmişlerdir
Işta kendisine veya Fhl I Beyt’a karşı ba^lı olduklarını iddia ndan sapıklara karşı Ca'far I Sâdık ın fikri budur. O. her türlü sapık fikirlerle mücadele etmek ve gerçeği ortaya koymak için çok #shmet çekmiştir.
Mutta raâmen Halife el Mansur ondan şüpheleniyordu. Çünkü, bir anne yavrusunu korumak için nasıl hırs ve gayret gösterirse, hükümdar da tahtını korumak için öyle hırs ve gayret gösterir. Tahtını korumak İçin her şeyini, hattâ kendi varlığını bile fedâ etmekten çekinme/. Halife ePMansur da. işte bu endişe ile İmam Ca’fer’in bulun hareketlerini şiddetle kontrol etmeye başlamıştır: Fakat o. tulumunu bu büyük İmama hissettirmek de istememiştir.
Kİ Mansur. her hacca gidişinde görüşmek için İmam Ca’fer'i yanına çağırıyordu. Dazan onu hürmetle dinliyor, bazan da şüpheli sözlerle onun durum ve tutumunu tetkik ediyordu. Her iki halde de İmam Ca’for*don ayrılırken içindeki şüpheleri dağılıyor ve onun herhangi bir fitneye sebebiyet vermiyeceginden emin oluyordu. Fakat. İmamdan ayrılır ayrılmaz içine yine de bir şüphe düşüyor, ve onun aleyhindeki söylentilerin tesirinden kurtulamıyordu.
İmam Ca'fer taraftarlarının kendisi adına zekât topladıklarını zs bu zekâtla onun Abdullah b. el Hasen’in oğ^ullan İbrahim ve Mu-hsmmed en Nefsü'z Zekiyye’ye ayaklandıkları zaman yardım ettiğini öârenen halife el-Mansur. onu bir kere Ba^dad'a çadırdı. İmam CsTer huzura çıkınca. Halife söze şöyle başladı;
Ey CaTer b. Muhammed, Muailâ b. Hüneys’in** senin cuima topladı^ bu mallar nedir 7
Ca'fer I Sâdık ona şu cevabı verdi:
- Ey Emlru'l Mü'minin, Allah'a sığınırım, benim böyle bir şeyle İlgim yoktur Bunun üzerine Halife :
Suçsuz olduğunuzu isbat için karınızı boşayacağınıza ve kö-Isleıinlzl âzâd CKİeceğinlze yemin eder misiniz ?dedi. İmam Ca'fer de:
(17) tbnul-RsIr. sl^tâmil. o. Vlll. s 9.
(11) Bu şslus. tmsm Cafer'in sssilıa olup yanından hiç a3rnlmsadı. Davud b. AU. Medinede vSU iken onu öldttrmaş. tnuun Clsfer'e de bsn sıkıntıda hulunıniişiur.
Ey Abdullah’m babası. Allah, sine^ niçin yaratmıştır? diy® sormuş. İmam Ca'fer buna;
Ululuk satanları küçültmek için yaratmıştır, cevabım vermiştir.
Bir defasmda el-Mansur, ona şöyle yazmıştır: «Niçin di|:er insanlar gibi siz de bizim etrafımızı sarmıyorsunuz?» Buna Ca’fer şu cevabı vermiştir: «Bizim sizden bir korkumuz yoktur ki onun için yanmıza gelelim. Sizin de bir Ahiret meselenin yoktur ki onu size anlatalım. Sizi bir nimet içinde görmüyoruz ki tebrike gelelim. İçinde bulunduÛunuz nimeti felâket de saymıyoruz ki taziyede bulunalım.»
Bunun üzerine Halife ona; «Bize ö^t vermek için yanımızdan aynimaymız» diye yazmış. İmam Ca’fer de şu karşılı^ vermiştir : «Dünyayı isteyen sana ö^üt vermez, âhire t isteyen de seninle arkadaşlık etmez.»*®
Yazışma işte burada sona ermiştir. İmam Ca’fer’in son mektubu üzerine Halife şöyle söylemiştir: «Allah’a and olsun ki o yanım-dakilerden kimin dünyayı, kimin âhireti istediğini ve kimin âhireti dünyaya tercih ettiğini ortaya koydu.»
İşte Halfe el-Mansur, İmam Ca’fer-i Sâdık’ı, kimi zaman şüpheli gözlerle, kimi zaman da böyle saygı ile karşüardı. İmam Ca’fer’i İtham etmek, insanların ona daha çok saygı ve bağlılığını sağlıyordu Fakat İmamm âhire te yönelişi, dünya işlerini ehline bırakışı. çıkacak fitneleri önlüyordu. Esasen sonunda Hahfe. İmamı daimâ takdir ve saygı ile karşılamaya başlamıştır. Belki de o, tahtına iyice yerleşerek iktidarını kökleştirip hiç bir rakibi kalmaymca içindeki vesveselerden de kurtulmuştur.
İmam Ca’fer. 148 H. yılmda Medine’de ölmüştür. Rivayete göre Halife, onun ölüm haberini duyduğu zaman sakalı ıslanmcaya kadar ağlamıştır. el-Yakûbİ. bu hususu, «Tarih» inde şöyle anlatır : «İsmail b. Ali der ki .- Bir gün Halife el-Mansur’un yanına girdim. O ağlamış ve göz yeışlanyla sakah ıslanmıştı. Bana: Ehl-i Beytinizin başma geleni bilmiyor musım? dedi. Nedir, ey Emiru’l-Mü’mi-nin? dedim. Şöyle cevap verdi: Ehl-i Beytin ulusu, bilgini ve onların en hayırlısmm sonuncusu vefat etti. O kimdir, ey Emiru’l-Müminin? diye sordum. O da: Ca’fer b. Muhammed’dir. dedi. Ben de: Allah Eemiru’l-Mü’minîn’in ömrünü uzun ve ecrini çok etsin, dedim. Halife de bana: İmam Ca’fer. AUah’m «Sonra biz. o kitabı kuUanmız-
(20) BahâaddJn el-Amili. el>Keşkftl, c. I. s. 120. BaUk. Mımr.
Yukarıdan beri ajılattıgımız tarihî olaylar, îmam Ca’fer-i Sâ-dık’ın hem baba tarafından dedesi Hz. Ali’ye, hem de ana tarafından dedesi Hz. Ebu Bekr’e yakışır bir şahsiyete sahip olduğunu göstermiştir. Burada kısaca, onun daha çok ilmi şahsiyet ve karakterini anlatacağız. Bu anlatacaklarımız, bir bakıma yukarıda anlattık-larımızm neticeleri mahiyetinde olacaktır.
Okuyucunun ilk öğrenmek istediği şey, îmam Ca’fer’in fizyonomisidir. sanırım. Haltercemesini yazanlar onu şöyle anlatırlar:
«îmam Ca'fer orta boylu, iri gövdeli, ak ve parlak benizli idi. Yüzünde nur parıltıları vardı. Saçı siyah ve kıvırcıktı. Burnu nârin ve büyük, alnı açık idi. Yüzünde bir ben vardı..
İmam Ca’fer samimî, iyi niyetli, yüksek gaye sahibi ve hakikat âşıkı idi. Dünya işlerine düşkün olmadığı gibi, şehvetine düşkün veya ne idüğü belirsiz kimselerden uzak dururdu. O, fedakâr ve açık kaibli kimseleri arardı. Şüpheli bir şeyle karşılaştığı zaman ihlası, kendisini hakîkata ulaştırırdı. Onun basireti şüpheleri giderir ve gerçeğe nüfuz etmesini sağlardı. Aklmm erginliği sayesinde o, şehvet gölgelerini dağıtır ve kendisini korurdu. O, ilhamını Peygamber (S.A.)’in şu hadisinden alırdı. «Şüpheli şeylerle karşılaştığı zaman basiret gösterenleri, şehevi arzularla karşılaştığı zaman akıllı davrananları Allah sever.»
Onun ihlas sahibi oluşunun birçok âmilleri vardır. Bunlarm ba-|mda mensup olduğu temiz âile gelir. Zira ihlas, bu âilenin göze çarpan en büyük özelliğidir. Esasen ihlas. Peygamber Evine mensup
olan ve Hz. Ali’nin torunu bulunan insanlarda olmazsa kimlerde olabilir? Onlar, ihlası babadan oğula miras olarcdc almışlardır. Onlar, bir şeyi severlerse, ancak Alleüı için severler ve bunu imanın esaslarından sayarlardı. Nitekim Peygamber (S.A.) şöyle buyurmuştur. «Sizden biriniz bir şeyi Allah için sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmaz.»
îmeun Ca’fer'in ihlasını kuvvetlendiren öteki unsurlar şunlardır :
aKendisini ibculete, ilme verişi ve dünya arzularından yüz
çevirişi: Bu hususu İmam Mâlik’ten dinleyelim : «Ca’fer b. Muham-med’e gelir ilim alırdım. O çok gülümserdi. Peygamber’in adı am-lınca yüzü sararırdı. Ona uzun zaman devam ettim. Her görüşümde onu şu üç şeyden biri ile meşgul bulurdum : Ya namaz kılar, ya oruç tutar veya Kur’an okurdu. Abdestli olmadan Peygamber (S A.)-den dahis rivayet etmezdi. Mânâsız sözleri hiç ağzına almazdı 0, Allah’dan korkan zâhid ve âbid âlimlerden idi. Yanma geldiğim zaman dayandığı yastığı mutlaka alır bana ikram ederdi İmam
Mâlik, onun ve diğer büyüklerin faziletlerini uzun uzun anlatır.
b)Takvâ sahibi oluşu : İmam Ca’fer, haramdan son derecede sakınır, helâl şeyleri israfa düşmeksizin sarfederdi. Peygamber (S.A.)’in «İsrafa ve gurura kapılmaksızın yeyiniz, içiniz ve giyiniz* hadis i şerifine tam olarak uyardı.
İnsanların karşısma güzel bir kılıkla çıkar, nefsini gösteriştan arıtmak için zühd sahibi olduğunu gizlerdi. Bir lokma ve bir hırka ile yaşadığmı gösteren niceleri vardır ki, riyakârlıkları yüzünden çetin bir hesaba çekileceklerdir. Bir kere Süfyan-ı Sevrî, İmam Ca’-fer’in yanına gelmiş ve onu çok güzel bir kıyafet içerisinde görmüştü. O, bu durumu şöyle anlatır: «İmam Ca’fer’e hayran hayran bakmaya başladım. Berna, niçin bize böyle bakıyorsun ey Sevri? Her halde gördüklerine hayret ediyorsun, dedi. Ben de, ey Peygamber (S.A.)’in tonmu, bu elbiseler ne şenindir ne de atalarından kalmadır, dedim. O da beuıa, ey Sevri, onlarm çağı kıtlık ve darlık zamanı idi. Onlar da bu kıtlık ve darlığa göre hareket ediyorlardı. Bizim çağımız ise her türlü ikbal ile geldi, dedi. Sonra cübbesinin yenini kaldırdı; bir de gördüm ki, altmda kısa etekli ve kısa yenli beyaz yünden bir cübbe daha vsır. Bunun üzerine şöyle dedi: Ey Sevrî, bunu Allah için giyindik, şu üstûndekini de sizin için giyindik. Allah için olanı gizledik, sizin için olcmı da açığa çıkardık.
c)Allah’dan başka hiç bir kimseyi düşünmeyişi:
Dı^sâa oltır» h»Jcjra#e nura ktş^mn mh—tı ajdmimtir. aöc. dA-v« ifi doedofcna oior DotoyiMykı o. açık tao* lıaairwf garçmt^ doğruya karrayan kaikla bir aaU. cenı« bo* aAİayif ra t btr ibHi aahiPi oiitf Çatar da ElıM Bayun aaalac aa rakânna otrr.M% ndiiitı aıanfaUa olâlayarak hakîkarı kayna klanrifian İr O. aarlaUn atin a lanın. ınalraal aa gâyeiennj aydın ^öo-aklı va cama araşUrmalan aayaaında hakkıyla kaTr»' suatır Ona hır kara, faizi Aüah uçm haram kıhnıatır^ diya acrul-a^^^unda «laaaaianaı birbirfaa karfi ciauilik ataannaai İçin» diya ataap rarmifiir Onun bu fdzû gerçektir Çûnkû tnaanlar. ancak btr !ayda kaı> .kında birbuina borç rarirlarıe yardunlaama ortadan Yardsmlatmadan kaçınıIdıkı zaman cimrilik ba« gösterir OaanLk arunca da ruhlar kararır Cunrilık veya «kılık, ister tû> eeom mteree ûracım için olaun, zarara katıhnakaızm borç olarak va-rmm btr şey üzertndeD kazanç »aklamak gibi bir sonuca varır. Hal-bide zarara kaiıhnakta yardımlaşma vardır, cimrilik veya sıkılık
îTTVMm Çatar, hazıroevaplı, sûrat'İ intikal sahibt keskin görüşlü bâyâk btr bilgin idL Irak^m büyük fakıhi İmam Ebu Hanıfe'nin sor-doka kırk meeeieyi tereddütsüz bir yekiide nasıl cev^Landırdıkmı. be asseeMerdekı bütün fakihlerin görüşleriyle birlikte kendi görüş-açıkladıktı düşünürsek, onun ilim ve y^kA.cîTtıw büyük-fjl MJiİMnış oluruz.
O. çoğu zaman iyili^d filizli olarak yapardı. Dedesi Ali Zeynel-âbidin gibi gecenin karanlığmda ekmek, et ve psu"a dolu bir dağarcık:! omuzuna alır, Medine’deki fakirlere dağıtırdı. Fakirler kendilerine ihsanda bulunan kişinin kim olduğunu ölünceye kadar bilemezlerdi. Hilyetu’l-Evliyâ’da şöyle eınlatılır: «Ca’fer-i Sâdık b. Mu-hammed. yoksullara o derecede yardım ederdi ki. elinde kendi âıle-sine harcıyacak bir şeyciği kalmazdı.»
4— HİLİM VE MÜSAMAHASI
İmam Ca’fer, âlicenap ve hilim sahibi bir insandı. Kötülüğe iyilikle mukabele ederdi. «Ne iyilik ne de kötülük bir olmaz. Sen en güzel olanla mukabele et. O zaman görürsün ki seninle arasmda düşmanlık bulunan kimse bile sanki yakm bir dost olmuştur»^^ âyetinde belirtilen sıfatlara lâyıktı. O, şöyle söylerdi:
«Bir kardeşinin seni kötülediğini işitirsen üzülme. Çünkü, onun söylediği doğru ise bu senin başma çabucak gelen bir cezâdır. Eğer iediği doğru değilse bu da, senin için işlemediğin bir iyiliktir.»
İmam Ca'fer, kendisiyle münasebeti olan akraba ve hizmetçi-Brine karşı çok şefkatli davranırdı. Söylendiğine göre o bir defa bir f için uşağmı göndermiş; uşağın gecikmesi üzerine onu aramaya ıkmış ve bir yerde uyur vaziyette bulmuştur. Onun bcışucuna otu-Lrak uyanıncaya kadar rahatını sağlamıştır. Uyanınca ona. «Sana 5 oluyor ki gece gündüz uyuyorsun? Geceyi kendine, gündüzü de ze ayıracaksın» demiştir.
Müsamaha ve yumuşctk muamele onu. kendisine kötülük edence AlJah'dan mağfiret dileyecek kadar büyük bir dereceye yük-[tmiştir. Rivayet edildiğine göre gıyabmda kendisine kötü bir şey (rlendiğini işitince kalkar, abdest alır, namaz kılar ve Allah’dan adisine dil uzatanı affetmesini dilerdi. Çünkü kendisinin haklı ol-
(H) Faanlet S&ml. S4.
dulrunu bll(llt) halde, kendiline haksızca davranan kişinin bağışlan malını büyüklük sayardı. Güçlü olduğu zaman düşmandan İntikam almak ona göre küçüklüktür Bağışlamakta bir küçüklük yoktur Fakat, güçlü bir İnsan İçin zayıf bir kimseden intikam almak büyük bir zillettir Bu doğrudur. Çünkü Peygamber (S.A.) şöyle buyurmaktadır. «Affetmek şerefi, sadaka da malı azaltmaz.
5— SABIR VE ŞÜKRÜ
Ebu Abdillah Ca’fer-i S&dık, şükredici bir er idi. Sabır ve şükür mü minin ruhunda birleşen manevi iki haslettir. Nimete şûk-raden. felâket karşısında da sabreder. Hattâ nimete şükür bile sabra muhtaçtır Felâket karşısında sabır da ancak şükürle gerçekleşir Rızâ İle sabır, en güzel sabırdır.
İmam Ca fer sabırlı, huşû sahibi ve ibeıdete düşkün idi O felâketler karşısında sabırlı, dostlarından aynlırken sabırlı, yavrusunu kaybettiği zaman da sabırlı idi Küçük yaşta ölen bir çocuğu için üzülerek ağlamış ve «Allahım, alan da sensin veren de sensin, hastalık da sağlık da şendendir!» demiş, sonra ölü oğlunu kadınların yanına götürmüştür. Kadınlar onu görünce feryada bctşlamışlar, İmanı Ca fer de, onlara ağlamamaları için yemin vermiş ve çocuğu defnetmek üzere götürürken, «Yavrularımızın ruhunu alan Allah'ı ten zıh ederim Bu, bizim ancak Allah'a karşı olan sevgimizi arttırmaktadır.» demiştir Çocuğun üzerini toprakla örterken de şöyle söylemiştir «Biz, o insanlarız ki Allah’dan sevdiğimiz kimselere hoşumuza giden şeyleri isteriz, O da verir. Sevdiğimiz kimseler hakkmda Allah hoşumuza gitmeyen bir şey murad ederse ona da nzâ gösteririz*
O, Allah'ın dilediği her şeye nzâ gösterirdi. Felâketlere şükretmek işte budur. inleyip sızlanarak yapııan sabır, aslında sabır değil şikâyettir. Zırâ, sabır ile sızlanmakO, kendisine taraftar olduklarını iddia ettikleri hcüde IslAm dinini bozmaya çalışanlara yiğitçe karşı koymuştur. Halife el-Man-8ur, bütün şiddet ve heybetiyle, -Allah, sineği niçin yaratmıştır?, diye sorduğunda o, korkmadan, «ululuk satanları küçültmek için yaratmıştır.» cevabını vermiştir. Daha önce de geçtiği gibi İmam Ca’. fer, haz\ iftira ve dedikodular sebebiyle Halifenin huzuruna çıkarılmıştı. Halife ile karşılaştığı zaman gösterdiği metanet ve açık bir dil ile verdiği cevaplar, onun yiğitliğini isbat eden en büyük tanıktır. Bakınız o, kendisini itham eden Halifenin yüzüne karşı nasıl na sihat etmektedir.
Senin, yumuşak ve hilim sahibi olman gerekir. Çünkü hilim, ilmin esasıdır. Kudretli olduğun zamanlar nefsine hâkim ol. Çünkü sen. gücünün yettiği bir şeyi yaptığmda saldırganlıkla anılmayı seven birine benzemiş olursun. Bil ki sen, müstahak olan birini cezalandırırsan, ancak adaleti yerine getirmiş bulunursun. Şükrü icap ettiren hal. sabrı icap ettiren halden daha üstündür.»
Söylendiğine göre vâlîlerden biri hutbesinde Hz. Ali’y© dil uzatınca. Ca’fer-i Sâdık, ayağa kalkarak, onun sözünü reddetmiş ve konuşmasını şu cümlelerle bitirmiştir: «Dikkatli olunuz, size söylüyorum, kıyamet günü mizanı en çok boş olan ve en çok ziyana uğrayan kimse, âhiretini başkasmm dünyası için satandır, işte böylesi fâsıktır.»
İmam Ca fer’in kendisi için hilâfet dâvasından kaçınması yiğitliğine bir zarar getirmez. Çünkü yiğit, yapacağı davranışm sonucunu düşünmeden ortaya atılmaz. Yiğit kişi, olayları değerlendirir ve sonuçlarmı görür. Eğer o ileri atılmakla faydalı bir netice elde edeceğini görürse, kendisini kuşatan kılıçlan ve çevresini saran ölüm vâsıtalannı hiçe sayarak ileri atılır.
İmam Ca’fer kuvvetli bir firaset sahibi idi. O, keskin firaseti ve ileri görüşlülüğü sebebiyle siyasî olay ve propagcuıdalara kendisini kaptırmamıştır. Çünkü, bol bol konuşan ve iş ciddileşince yan çizen Iraklı şillerin durumunu iyi biliyordu. Hz. Hüseyn’e, Zeyd ve evlâtlarına. onlarm yaptıkleunndan ibret almıştı. Bu yüzden o, isyana teşvik edenlere uymamış, hattâ kendi zamanında devlete karşı ayaklanmak isteyenleri de bu işten vazgeçirmeye çalışmıştır. Amcası Zeyd, amca oğullan Muhammed en-Nefs-üz Zekiyye ve İbrahim'i isyandan vazgeçirmek için hayli uğramıştır.
İmam Câfer’in firasetiyle ilgili olaylar pek çok olup bunlardan birisi şudur: Abbasi Devletini doğurcm şil faaliyetinin başma geç-
mek üzere çağrıldığı zaman o. keskin görüşü sayesinde, «Bu bizim işimiz değildir.» cevabını vererek kendisini kurtarmıştır Zira, karşılaştığı olaylar, herkesten çok, onu uyanık ve firaset sahibi yapmıştır. O, firaseti mü’minlerin sıfatı olarak kabul eder ve «Elbette bunda firaseti olanlar için ibret vardır» * âyetindeki «firaseti olanlar — mütevessimler» sözünü, olayları ve olanların ötesini seığlam bir görüş ve keskin bir sezgi ile kavrayanlar, diye açıklardı.
8— HEYBETÎ
Allah. İmam Ca’fer-i Sâdık’a kendi celâlmdem bir heybet ve kendi nurundan bir nur vermiştir. Çünkü İmam Ca’fer, Allah’a çok ibadet eden, mânâsız lâflardan sakınan, halkın düşkünlük gösterdiği şeylerden yüz çeviren, olaylar karşısında sabırlı ve dayanıklı olan bir kimse idi. İşte bunlar, İmam Ca’fer’in heybetini artırmıştır. Ayrıca o, şerefli âilesinin tarihi, Allah’m kendisine verdiği ahlâk, yakışıklı çehre, küçük şeylerden uzak oluş ve yüksek işlere yöneliş gibi meziyetlere sahipti.
İmam Ca’fer’in heybetini anlatmak için yukarıda söylediğimiz bir hâdiseye tekrar işaret etmek kâfidir, sanırız:Halife el-Man-
sur’un yanında oturmakta olan İmam Ca’fer’i gören İmam Ebu Ha-nife, o haşmetli Halifenin heybetinden ziyade, İmam Ca’fer-i Sâdık’-ın heybetinden korkmuştur.
Onun heybeti, sapık ve şaşkmlan doğru yola getirirdi. Sapık fırkalardan birinin başı ve güçlü bir anlatışa sahip olan bir şahıs, İmam Ca’fer’in huzurunda konuşurken kekelemiye başlamış ve ona. «Ey Peygamber torunu, ben sana oderece saygı gösteriyor, senden o derece ütemiyorum ki huzurunda dilim dönmüyor,» demek zorunda kalmıştır.
Irak’ın zındık propagandacılarından İbnu’l-Avcâ’, İmam Ca’fer’-le karşılaştığı zaman konuşamaz olmuştur. İmam, kendisine «niçin susuyorsun?» diye sormuş, o da «size duyduğum saygı ve heybetiniz den dilim tutuldu. Ben bilginlerle karşılaştım, kelamcılarla tartıştım, hiç birinden bu derecede korkmamıştım » diye karşılık ver miştir.
Karşısındakiler! şaşkınlığa düşüren bu heybetiyle beraber o. ta lebelerine ve yanına gelenlere karşı son derecede tevazu sahibi idi Kendisinden ilim almaya gelen îmam Mâlik’e kendi yastığını ikram ederdi. îşte büyüklerin heybeti, başkalannın kendilerine böyle İtaat etmelerini sağlar. Fakat onlar, halkın kendilerine yaklaşması için daimâ mütevâzI davranırlar.
İMAM CAFER’İN GÖRÜŞLERİ
Ca’fer-i Sâdık’ın hem fıkıh, hem de hadis’de büyük bir mevkii vardır. O, büyük bir fakih olduğu kadar akaid hakkında da özel görüşlere sahib olup çağındakilere bu konularda kendi görüşleriyle daima ışık tutmakta idi. İmam Ca fer, aynı zamanda bir hadis râ-vîsidir. Hüküm çıkarma (istinbat) şekillerini de çok iyi bilmektedir O, gerçekten aynlanlann itikadlannı düzeltmiş; kader, insan iradesi, tevhld ve esasları üzerinde açıklamalar yapmış, fıkhî hüküm çıkarma metodlannı da anlatmıştır.
Biz burada, kitabımızın hacmini daha fazla genişletmemek için İmam Cafer’in belli başlı görüşlerini anlatmakla iktifa edeceğiz.
İmam Ca’fer-i Sâdık, Allah’ın birliği (Vahdâniyyeti) üzerinde çeşitli yanlış görüşlerin ileri sürüldüğü bir çağda yaşamıştır. Bu devirde bir takım insanlar, Allah’m oli, yüzü ve insan gibi sureti olduğu vehmine kapılmışlardır. Bunlar, kıyıda köşede bulunan putperestlerin kalıntılarıdır. İmam Ca’fer, bunlara hakikati anlatmaya ve doğru yolu göstermeye çalışmıştır. Mu’tezile mezhebine mensup oleınlar, Ca’fer-i Sâdık’ı kendi imamlarından sayarlar ve Ehl-i Beyt mensuplarmın kendileri gibi düşündüğünü kabul ederlerdi. Gerçekte Ehl-i Beyt mensupları, Allah’ı tenzih etme hususunda, genel olcu^ak, mu’tezilîlerin görüşlerine yakm idiler. Onlar Allah’ı şöyle sıfatlandırırlar: Allah birdir, tektir, eşi ortağı yoktur, samed’dir, yaratıklardan hiç birine benzemez. Hiç bir şey O’nun benzeri değil-iir. O işitir, görür, doğmamıştır, doğurulmamıştır, kim olursa olsun liç bir inscuıın bedenine hulul etmez. O’nun bizim gibi eli ve dili foktur. İnsanda bulunan hiç bir şey O’nda mevcut değildir. El ve nüz gibi Kur’an-ı Kerim’de bulunan Allah’a ait sıfatlar mecâzî ma-lâda olup te’vile de ihtiyaç yoktur. İlk müslümanlar bunlar üzerin le tartışmamışlardır. Onlardan hiç birisi. «Sana biat edenler ancak
Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli, onların ellerinin lletOnde-dlr..âyetinden Allah'ın maddi bir tekilde eli bulunduğunu anlamamış. aksine bundan hepsi de. Allah'ın kudret sahibi olduğunu ve va'dlerinl yerine getireceğini anlamıştır KezA. ilk müslûmanlar. Allah’a biat etmek* sözünün. Allah'a söz vermek yerinde kullami dığını kavramışlardır.
Şiller tevhide dair fmam Ca’fer'ın bir risalesi olduğunu ileri sürerler Aslında bu risaleyi yazan onun öğrencisi Mufaddal b Amildir* O, bunu, kendisinden dinlemiş olduğu dört derste (meclis)'de tuttuğu notlardan meydana getirmiştir. Bu risalede İmam Ca'fer canlı ve cansız, gece ve gündüz, ay. güneş ve yıldızlar gibi varlık lardan deliller çıkararak, Allah’ın varlık ve birliğini Isbat etmeye çalışmıştır O, bu derslerin her birinde önce Allah'ın sıfatlannı anlatır Burada misal olmak üzere dördüncü dersin başlangıç kısmını aynen naklediyoruz:
Bizim hamd, senâ ve teşbihimiz o mukfluîdes İsme, yüce nura, herşeyl bilen, celâl ve ikram sahibi olan, insanları yaratan, âlemleri ve çağları yok eden, gizli ve örtülü şeylerin, ilişilmez gaybın, gizli ismin ve saklı ilmin sahibi olan Allah’a mahsustur. Allah'ın sa-lat-ü selâm ve bereketleri; mü|decl, korkutucu, Allah'a O’nun izniyle davet edici ve aydınlatıcı bir kandil olarak. İlâhi vahyi tebliğ eden Peygamberine olsun! Allah onu, helâk olan da beyyine üzerine helâk olsun, yaşayan da beyyine üzerine yaşasın diye göndermiştir.»
Bu risalede Ca’fer-1 Sâdık; İlâhi İradeyi, âlemin Allah’ın kahredici kudretiyle yaratıldığını, ezeli ilmi, kâinatın sağlam nizamını, Allah'ın kullarını imtihan ettiği bu dünya felâketlerindeki ibret verici hikmetleri isbatlamaktadır.
KADER GÖRÜŞÜ
Şii olan ve şil olmayan Milel ve Nihal» (Dinler ve Mezhebler Tarihi) yazarlannm ittifakla rivayet ettiklerine göre İmam Ca’fer, hayır ve şerri ile kadere inanırdı. Burada ona göre cebr yoktur. Ancak seçme (ihtiyar) ye Allah’ın yardımıyla muvaffak olma vardır. Allah’ın mülkünde O’nun istemediği bir şey olmaz Cebren masıyet (günâh) da yoktur. Allah dilemezse itaat da mümkün olmaz. Al lah’ın ilmi her şeyi kuşatmaktadır. O’nun ezeli ilmi değişmez Şeh rlstânl. el-Milel ve’n-Nihal'inde aynen şunlan söyler:
Seyyid İmam Ca’fer-1 Sâdık, itizal ve kaderi inkârdan beridir. İrade hakkında o şöyle der: Allah bize bir şey murad etmekte ve
(30) Frth Hûraai. 10.
bizden bir şey istemektedir. Bize murad ettiği şeyi bizden gizlemiş, bizden istediği şeyi de bize açıklamıştır. Öyleyse niçin O nun bize murad ettiği şey ile meşgul olarak bizden istediğini yerine getirmiyoruz? İmam Ca’fer. kader hakkında da açıkça şöyle söyler: Ne cebr vardır, ne de tefviz vardır. Yani insan ne iradesizdir, ne de onun iradesi tamamen müstakildir Ca’fer-i Sâdık şöyle dua ederdi Allah’ım, itaat edersem hamd sanadır, isyan edersem hüccet şenindir' lyilik’de ne benim ne de başkasının bir tesiri vardır. Kötüluk’de de ne benim ne de başkası için bir hüccet vardır»
Bu sözlerden açıkça şu iki husus anlaşılmaktadı
1— İmam Ca’fer’e göre cebr yoktur. Biz günâhlarımızdan sorumluyuz. Allah’ın iradesine karşı direnerek O’na karşı koymak da yoktur.
2— Yine İmam Ca’fer’e göre, Allah’ın bize murad ettiği şeyler den Levh-i Mahfuz*da yazılı olanlar bizden gizlenmiştir. Onların değişebileceğini iddia etmemiz, bizim onları bilmemizi gerektirir. Halbuki biz onlan bilemiyoruz, öyleyse onların değişeceğini nasıl bileceğiz? Biraz önce geçtiği üzere Allah’ın ilmi ezelîdir. Buna göre İmam Ca’fer’in bedâ* —bu, Allah’ın ilmi değiştiği için iradüi-.aın de değişmesidir— fikrine inandığını iddia edenlerin bu iddıalan tetkike muhtcıçtır. Bize göre bu, esasen bâtıl bir iddiadır. İmam Ca’fer’in, oğlu İsmail hakkmda şöyle söylediği iddia edilmektedir; «İsmail’in iki defa öldürüleceği yazılmıştır. Bu öldürülmeyi İsmail’den uzaklaştırmasını Allah’dan diledim. O da bunu ordan uzaklaştırdı.»
Bu ifade iki hususu gösterir ki bunların her ikisinin de Ca’fer-i Sâdık’a nisbeti imkânsızdır:
a)Ca’fer-i Sâdık’a gayb ilmi verilmiştir. Bu sayede o, oğlu için takdir edileni bilmiş ve Allah’dan bunu değiştirmesini dilemiş, O da iki defa değiştirmiştir. Bu, Şehristâninin, «Allah bize birşey murad ederse onu bizden gizler» diye İmam Ca’fer’den naklettiği söze ay-kın düşmektedir, öte yandan, Allah’m elçisi Hz. Muhammed, İmam Ca’fer’den kıyas edilmeyecek kadar büyük ve aynı zamanda İmam Ca’fer’in şeref ve asaletinin kaynağı olduğu halde, oğlu İbrahim için takdir edileni bilememiştir.
b)Düa takdiri değiştirmektedir. Gerçekte ise düa bir ibadet olup takdire bağlıdır. Yani Allah, ezeli ilminde kulun düa edeceğini ve kendisinin de onun bu düasmı kabul eyleyeceğini takdir etmiştir.#m«k istiyoruz ki. bize gör9 İmam Ca’fer-i Sâdık*m be-dâ fikrine inanması veya bu fikii benimsemesi imkânsızdır Ehl-i Sünnet bilginleri, fmam Ca'fer’in her hanâi bir imamın â®ri döne-cefınl iric'ati fikrini ileri Mirdû|rûnû de reddetmişlerdir. Yine Ehl-i Sünnet bilâlnJeıine göre. İmam Cafer'in. mu*tezilller gibi, fâsıkla-nn ne mü'min ne de kâfir olduğunu söylemiş olması da imkânsızdır
n Kuleynl'nin anlattığına göre Ebu Bekr Sıddik'ın torunu olan Ca’ferd Sâdık. Kurban ı Kerim'de bazı eksiklikler bulunduğunu söylermiş Kur'andaki bütün -Al i Muhammedi kelimeleri kaldırılmış; meselâ. «Ey Peygamber. Rabbından sana indirilenleri tebliğ eti eğer yapmazsan 0*nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun.» ” âyetindeki • Rabbından» kelimesinden sonra gelen »Ali» kelimesi kaldırılmış. O zulmedenler, yakında hangi inkılâp tfe sarsılacaklarını bilecekler» âyetindeki «zulmedenler» kelimesinden sonra ve «hangi» kelimesinden önce yer alan «Al-İ Muhaaımed» sözü kaldırılmış. Kezâ. «<#erçekien kâfir olan ve zulmedenleri Allah aslâ yarlığamıyacak-tar» ^ âyetindeki «zulmedenler» kelimesinden sonra gelen «Al-İ Mu-kammed» sözü kaldırılmış.
Ca'fer-I Sâdık'a isnad edilen bu sözler. Allah’a. Allah’ın Elçisine ve Reeülullah’ın torunlarına apaçık bir iftiradır. Bu türlü iftiraları uyduranları Allah kahretsin!
Tarihte, fmamiye mezhebinin ileri gelenlerinden bu tozlan silkip atan ve Ca’fer-i Sâdık’ın Kur*an hakkmda gerçekten ne düşündüğünü bize nakleden büyük bilginlerin mevcudiyetini görmekteyiz. Meselâ. Şerif Murtaza. büyük takvâ sahibi İmam Ca’fer’in Kur’an-ı Kerim hakkmdaki gerçek fikrini bize nakletmekte ve şöyle söylemektedir
Kur'an. Peygamber (S.A.) zamcuıında bugünkü gibi bir arada lam olarak mevcut idi. yani o zaman Kur’an tam olarak okunuyor ve ezberleniyoı kliL Hattâ sahabllerden bir topluluk. Kur’an-ı Kerim’i ezberlemek için vazifelendirilmişti. Kur’an Hz. Peygamber’e arz ölünerek huzurunda okunuyordu. Sahabllerden Abdullcdı b. Mes’ud ve Obey b Ka’bın da içinde bulunduğu bir cemaat. Kur’an-ı Kerim’i defalarca Peygamber'in huzurunda hatmetmiştir.»
Birazcık düşünürsek bu ifade gösterir ki.
Biz. İmam Ca fer'in fıkhını burada derinlemesine anlatamıyaca-ği7 Zira İmam Mâlik in. İmam Ebû Hanîfe’nin. Sûfyan-ı Sevr! ve Sufyan b Üyeyne’nın hocası olan Ca fer i Sâdık’ın fıkhı bu kitabın hacmine sığmaz O’nun fıkhının kaynaklan, dayandığı delil ve me-tcKilar incelenecek olursa söz çok uzar ve onu tam olarak anlatınca ya kadar kalemimiz büsbütün yorulur. Dolayısıyla burada şunları söylemekle yetineceğiz:
İmam Ca fer i Sâdık Allah’ın kitabma tam olarak sanlırdı. O, Kur’an-ı Kerim’i anlama. Kur’an’ın âyet ve nass'lanndan fıkıh hazînelerini ortaya çıkarma hususunda keskin bir görüşe sahipti. İmam Ca’fer, Sünnete de aynı şekilde sanlırdı. İmamiyye mezhebine bağlı olan kardeşlerimiz. İmam Cafer’in ancak Ehl-i Beyt’ten rivayet edilen hadiseleri kabul ettiğini ileri sürüyorlar. «İmam Zeyd» adlı kitabımızda tarihî delillere dayanarak, yukanda da kısaca söylediğimiz gibi, Ehl-i Bey t mensuplannın diğer sahabe ve tâbiilerle ilişkilerini büsbütün kesmediklerini isbat ettik. İmam Ali Zeynelâ-bidin, çağındaki sahabe ve tabiilerin toplantılarmdcm ayrılmazdı. Onun, bütün müslümanlar arasında ve özellikle Ehl-i Bey t içerisinde yüksek ve saygı gösterilen bir yeri vardı.
îmam Ca’fer, Kur’an ve Sünnet’te bir nass bulamazsa kıyas a başvuruyor muydu? O, şüphesiz re’y ile hüküm veriyordu FaJcat, onun re’yi netss bulunmayan hususlarda maslahata mı, yoksa kıyasa mı dayanıyordu? Bunu kesin olarak bilemiyoruz, öyle görünüyor ki o kıyas metoduna başvurmuyordu; ancak nass bulamadığı zaman maslahat veya akla göre h€u*eket ediyordu. Rivayete göre İmam Ebu Hanife ile Medine’de ilk karşılaştığı zaman aralarında şu konuşma cereyan etmiştir:
«Ey Numan, bana babam, dedemden şöyle rivayet etti: Din hususunda re’yi ile kıyasa ilk başvuran İblistir. Allah ona; Adem’e secde et, dedi. O da; ben Adem’den hayırlıyım, çünkü beni ateşten,
)nu da topraktan yarattın, dedi. Kim dinde re’yi ile kıyas yaparsa Mlah onu kıyamet günü İblise arkeuiaş eyler. Çünkü o, kıyas yap. nak suretiyle şeytana uymuştur»
Medine fıkhında re’y. neıss bulunmadıj^ı zaman maslahata dayanırdı veya maslahat rey’e galebe çalardı. HattA re’y ile meşhur )lan Rabla'da bile re*y, maslahat demekti. Bunun içindir ki, İmam 3a’fer’in kıyası terk edip nass bulunmadıg^ı zaman maslahata önem yeren fıkhı kabul ettiğini söylüyoruz. Zira maslahat, akim hükmûy-e birleşmektedir. Meselâ, aklın hükmüne göre zararlı şeyler terke-iilir, faydalı şeyler alınır. Bu da ittifakla kabul edilen bir husustur
«Kıscu:a şöyle söyliyebiliriz: İmam Ca’fer’in fıkhı ve mezhebi
5sas itibariyle diğer dört mezhebden uzak ve pek farklı değildir. Ya-li o da, Ehl-i Sünnetten esaslarda ajmlmamıştır. Ancak İmam Ca’-^er*e, ölümünden sonra bir takım iftiracılar bir çok şeyler isnad et-nişler ve bunları halk arasında yaymışlardır. O, sağ olsaydı elbet-» bu iftiraleuın hepsini reddederdi.»
«İmam CaTer’den sonra 3tüz yıllar boyunca yapılan ictihadlarla layli genişleyen İmamiyye (CaTeriyye) fıkhı bu gün İran'da, kısmen Irak, Hindistsm ve Pakistan'm bazı bölgelerinde ve bir kısım Arap ülkelerindeki küçük cemaatlar halinde bulunan şiller arasmda tatbik edilmektedir.»
«Müslümanların, her hangi bir İslâm ülkesinde tatbik edilen şe-rlatin nasıl olduğımu bilmesinde fayda v€u*dır
Eba Hanİfe ona ş5yle cerap ırenniftir: «Ne mflnaaehei; Şeytan, Allah'ın emrine İsyan için kıyaa yaptı. Biı iae, AUah*m cmirlrriııe itaat yoDanm bulmak İçin kıyaa yapmaktayıu» (Bak. Onnan Keakio|lıı, tmam A*sam, 8. tt).
İmam Caferi» babası Mnhammed Bâkır'a. tmam Eba aHnİfe*nin kıyas hususunda Tenliğ1 ceraplar, bu bSIflmfln baş tarafında geçmiştir. Çeriıen. Son flç paragraf, müellifin (Muhâdarüt fll-Mlras Indel-Gıtferİyye» adb eserinin S7 re 28. sahlfelerinden almmıştır. Çerlren
Isl&m dini, Horasan ve İran'da yayıldı. Bütün Irak ve çevresini İSIİİ& etti. Birçok büyük mevki* ve asalet sahibi insanlar, bu istilâ sırasmda müslümanlar tarafmdan esir edildi. İşte bu esirler arasında zengin, asalet sahibi ve İran cısıllı birisi vcurdı ki adı Zütâ idi. İlk mücahit müslümanlar, büyüklükleri icabı, ellerine esir düşen insanları köle oİ€u*ak tutmuyorlar, onları serbest bırcüuyorlardı. Gerçi bunları bazan köle olarak aldıkları da oluyordu. Fakat, dinin emirlerine ve Hz. Peygamber’in sünnetlerine uyarak, kısa bir yoldan onları âzâd cihetine gidiyorlar, ağalık ve ululuk satma yerine, dostluğu ve sevgiyi tercih ediyorlardı.
Bunun için Zûtâ da kısa bir zaman sonra esirlikten veya kölelikten kurtuldu. O da tam olarak âzâd edilip hür insanlar arasına katıldı. Bundan sonra Beni Teym b. Sa*lebe kabilesinin âzatlısı oldu. Bu kabile, Kureyş'den gelen Teymilerden başka bir Arap kabilesidir. Allah, Zûtâ’ya hürriyeti nasip ettikten sonra, bundan daha büyük ve daha değerli olan İslâm nimetini de ihsan eyledi. Bu asil insan, lâyıkıyla müslümcuı olmuş, ana vatanı olan Kâbil’den İslâm medeniyetinin ilk merkezlerinden biri ve İran’a en yakm bulunan Küfe Şehrine göç etmiştir.
Zûtâ, Kûfe’de İmam Ali b. Ebi Tâlib (R A.) ile karşılaşmış ve onu son derecede sevmiştir. Nevruz bayramı münasebetiyle Hz. Ali’ye pâluze (pelte) ikram etmişitr. Bu, onun büyük İmamla olan ilgisinin kuvvetli oluşunu, kendisinin zenginliğini ve Peygamber’in £hl-i Beyt’ine karşı duyduğu sevgiyi gösterir.
Onun, müslüman olduktan sonra bir oğlu dünyaya geldi. O, bu oğluna Sâbit adım verdi. İşte bu Sâbit, Hz. Ali’ye karşı babası gibi son derecede ilgi duyuyordu. Bir çok rivayetlere göre Hz. Ali, Sâbit’e Allah’tan hayırlı bir evlât vermesini dilemiştir.
Allah, İmam Ali (R.A.)’nin bu duasını kabul buyurmuş blt’e Irak’ın fakîhi —istersen Islâmın fakihi diyebilirsin—. ihsan etmiştir. İmam Şafii, bu büyük fakih hakkında: «İnsani kıhta Ebu Hanife‘nin iyalidir* demiştir. Tarihin «Ebu Hanife. ^ ni verdiği Numan b. Sabit, bu künye ile tanınmış ve nesilden n^‘ ismi, ilim ve düşüncenin
Ebu Hanife, Küfemde doğup büyüdü ve ömrünün çoğunu ort(^ geçirdi. Çok küçük yaşta iken o çağdaki dindar insanların çocukla, n gibi o da Kur’an-ı Kerim’i hıfzetti. Hıfzını bitirdikten sonra unut mamak için Kur’an-ı Kenm’i en çok okuyan insanlardan biri olmu|. tur. Ramazanda bir kaç defa Kur’an-ı Kerim'i hatmettiği rivayet edı lir. Birçok rivayetlere göre o, kıraat ilmini Yedi Kurrâ’dan biri olan İmam Âsım’dan öğrenmiştir. Kur’an’ın hıfz ve kıraatim tamamla diktan sonra genç yaşında heudis tahsil etti ve dinî bilgisini artırdı
Ebu Hanîfe’nin içinde doğup büyüdüğü aile, Kûfe’de ticaretle uğraşan âilelerden biridir. Ailesi, ipekli kumaş ticaretiyle meşgul ol duğu için onu da ticarete teşvik ediyordu. Kendisi de, ailesi gibi ti carete karşı büyük bir kabiliyete sahip olmakla beraber, ayrıca ilim ve akli araştırmalara yönelen bir zekâ ve kafaya sahipti. Dedesi ve babası, Hz. Aliye olan bağlılıkları sebebiyle dört yanı nuru ile aydınlatan yeni dini, yani İslâmî anlamak için daima bir şevk duyar dı. Ayrıca, Ebu Hanife, Kûfe’de doğmuş, orada büyümüş ve yaşamış tır ki, bu şehir Irak’ın büyük şehirlerinden biri, hattâ ikinci büyük şehri idi.
İrak, eski medeniyetlerin beşiği olduğu için hem Islâmdan önce. hem de Islâmdan sonra din ve mezheblerin de beşiği olmuştur. S üryanîler, oraya dağılmışlar ve Islâmdan önce orada Yunan ve İran felsefesinin okunduğu ekolleri meydana getirmişlerdir. Ireüc, Islâm-dan sonra çeşitli ırklarm birleştiği, siyasi ve itikadî fikirlerin çarpıştığı bir yer olmuştur. Orada Şiîler, Hâricîler ve Mu’tezililer yanya-na idiler. Ebu Hfiinife’nin çağmda birçok tâbiîler vardı. O, bunlarla görüştü. Tâbiîlerden önce Kûfe’de Hz. Ömer’in, fıkıh öğretmek ve halkı irşad etmek için gönderdiği Abdullah b. Mes’ud’deuı başka İmam Ali (R.A.) gibi bir çok büyük sahabîler vardı.
Ebu Heuıife, âilesinden gelen ticarî temayülüne rağmen dikkatini Irak’m ilmine, oradaki sahâbilerin eserlerine çevirmiş, ve ilmi çalışmaleura yönelmiş ve bu sayede düşünce pmarlcun fışkırmaya başlamıştır. Birçok cedelcilerle karşılaşmış ve sağduyusunun verdi
fti ilhamla bazı sapık göruşa Sfüiıp kimselerle tartışmalarda bulunmuştur Bunlar, onun gençliğinin baharında veya çocuklu^nun son-ianna doğru olmuştur Bunların yanında o, genel olarak âilesinin mesleği ve geçim yolu olan ticarete yönelmişti. Öyle anlaşılıyor ki. boş vakitlerinde ilim meclislerine pek az gelip gidebiliyordu. Hayatı, babası gibi ticaretle geçiyordu. Malm çekici yönleri olmakla beraber, ilmin de nuru ve cezbesi vardır. İşte bu yüzden, ticarî hayatının verdiği imkân nısbetınde Ebu Hanife’nin akil ve zihni susuzluğunu ancak ılım giderebiliyordu
Ebu Hanıfe nin bu durumu, zekâ bakımmdan bilginlerin dikkatini çekinceye kadar sürüp gitti. Bilginler, onu. kendisini büsbütün ticarete vermekten kurtarıp okumaya ve ilme teşvik ettiler. Kendi-»ınden şöyle rivayet edilir.
Bir gün Şa’bİye rasladım, oturuyordu. Beni çağırdı ve nereye gidiyorsun, diye sordu. Çarşıya gidiyorum, dedim. Şa’bî de; çarşıya gitmeni değil, âlimlerin yanına gitmeni isterim dedi. Ben de âlim-l»/rın yanına çok az uğruyorum diye cevap verdim. Bunun üzerine o. bana, öyle yapma, senin ilimle uğraşman ve bilginlerin yanmdan ayrılmaman gerekir; çünkü ben, sende dinamik bir zekâ ve uyanıklık görüyorum, dedi. Ebu Hanife, sözünü şöyle bitirmektedir: Şa’-bının bu sözleri kalbimde son derecede büyük bir yer etti. Çarşı vo pazara gitmeyi bıraktım, ilim tahsiline koyuldum. Allah, Şa’binin bu sözleriyle beni çok faydalandırdı.
Ebu Hanife, bundan sonra vaktinin çoğunu ilim yolunda sarfet-mış, çarşı ve pazara çok gidip gelmeyi bırakmıştır. Çarşıda pazarda olup bitenlerden bile habersiz kalmış ve ticaretle ilgili bir kısım bilgilerini de unutmuştur. Buna karşılık, ilim ve onun derinliklerine inişi elde etmiştir. Gerçekten ilim denizi çok derindir. Böylece o. vakitlerinin çoğunu ilme hasretmiş ve çarşıya pek az gider olmuştur. Ebu Hanife’nin kendisini ilme verişi, onun büsbütün ticaretten uzaklaşması demek değildir. Bize kadar gelen haberlere göre o, ticarî işlerini vekili vasıtasıyla yönetiyor, kendisi de sadece bu işlere nez€U!‘et etmekle yetiniyordu. İlerde işaret edeceğimiz gibi Ebu Hanife, ancak ticarethanesinin durumunu bilecek kadar çarşıya gelip gidiyordu.
İlme yöneldikten sonra küçük yaşta kazanmış olduğu cedelci ve münazaram mizacmı ancak Kelâm ilmi tatmin ediyordu. O, bu konuda mu’tezilîlerle birçok tartışmalarda bulunuyordu.
replika samsung note 4 sundu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder