22 Mayıs 2015 Cuma
bayan çantası modelleri ile tarih bilgilsi2
bayan çantası modelleri ile tarih bilgilsi2 evet arkadaslar sizler icin en güzel yazılarımızı bayan çantası modelleri hazırladı ve bayan çantası modelleri diyorki 4 Nisan ÎSSl’de el-Vfkâıul-Mısnyyedc çıkan “Hatâu’l-'llkalâ" (Aydınlann Yanılgısı) başlıklı makalesinde görüldüğü gibi Abduh, kanıuo^unu hem modem tr-rayul~'umûm\^ hem de geleneksel temdi kavramıyla anlatır.Bir yazısının başlığının da yansıttığı gibi, Abduh (1980: l/386-91)’a göre “oy"da birlik, “eylem”de birliğin sebebidir. Şûrâ-demokrasi, ancak kamusal maslahatın belirlenmesi ve gözetilmesinde uzlaşmış sağlam bir kamuoyuna dayanarak işleyebilir, Abduh'a göre. Şûranın kamuoyuna dayanmasının en bu)'ük yaran, ona göre, halkın kamuoyunun gerektirdiği kararlara uymasıdır. Milletvekilleri (vukelâu’l-ammi) ise kamuoyunu temsil eden seçkin kimselerdir. Bu yüzden herhangi bir faydalı eylemde bulun-duklan zaman onlann, kamuoyunu kollayan butun halkın desteğini aldığı gfonılur. Boylece halkın bu eylem hakkında tek el olması mukadderdir.
Kamuoyunun modern düny^ıdaki önemini keşfeden Abduh’un selefleri Tahtâvî ve Afgâni idi. Paris’de iken modern dünyada kitle polıtikasımn bir bileşeni olarak kamuoyunun öneminin farkına varan Tahtâvi, ülkesinde, hem teorik, hem de pratik bakımdan, tconicştirilmcsine olduğu kadar eğitim, basın ve yayın alanlarındaki faaliyetleriyle kamuoyunun fiilen oluşturulmasına da büyük katkıda bulundu. O, mevcut konjonktürün henüz modern kitle polıti-kasma elvermediğini bildiğinden geleneksel “yönetenler/yonetilen-Icr" ayırımını benimsemeyi sürdürse de bu iki kesimin ilişki tarzına yem bir bakış getirdi.
Ona göre bu iki kesim, hak ve sorumluluklar çerçevesinde birbirine bağlıdır; tebaanın görevi itaat iken, yönetenler de meşruiyeti gözeterek onun nza.sını kazanmak zorundadır. Allah korkusu, yönetenleri iyi davranmaya sevk edebilir ama aynı zamanda kamuoyu korkusu da. Çünkü mcKİern dünyada kamuoyu siyasi hayatta aktif bir rol oynamaktadır. Geçmişte kapalı kapılar ardında yürütülen gızL bir iş olan hükümet, buğunun açıklık dünyasında “yönetenler ile yönetilenler arasında iyi ilişkiler” üzerine oturmalıdır (Uourani 1993: 76). Nutuklarla birlikte, gazetelerin, siyasi amaçlar için ka-
O, F'ylul 1881 tarihinde gerçekleşen ‘Urâbî isyanından oof^ yazdığı, 4, 7, 19 Nisan 1881 tarihli “Aydınların Yanılgısı" btşljjjj, yazı dizisinde siyasi dönüşümün temelde kültürel bir donuşuıne bağb olduğunu v-urgular. İsyandan önce yaptığı görüşmede de dar be liderlerine aynı yönde tavsiyelerde bulunarak tepeden inme hı-reketlerin ters tepme riskini hatırlatır. Abduh (1980: 1/316-7)j göre siyasî bir hareket, basiret ve kararlılıkla temsili hükümeti ışk' tccck kadroyu oluşturmaya yönelik bir eğitim ve kültür hamlcsi)'le işe başlamahdır. MiUet, ona göre, siyasî katılıma hazır hale geldiği takdirde ancak bunun askeri kuvvetle talebi anlamlı olur. AncaJc anda askeri önderlerin hedefi, bizzat milletten kaynaklanmadığı için meşru olmaktan uzaktır. Bu jnüzden bu karışıklığın, uJJccyi, sorumlularına kıyamete kadar lanete sebep olacak yabancı bir işgale sürüklemesinden korkulur. Abduh, böylccc bu kehanetiyle kısa bir süre sonra Eylül 1882’dc gerçekleşecek İngiliz işgalini haber vermiştir.
Abduh (1980; 1/350-361), Eylül 1881‘de gerçekleşen Ahmed ‘Urâbî isyanından sonra yazdığı, 12 Aralık 1881 tarihli “Şûra ve İstibdat Hakkında” başhklı yazısında teorik, şefî açıdan şûri-dc-mokrasinin meziyetlerine ve gerekliliğine dikkat çekmiş, 13 Aralık 1881 tarihli "Şûra Hakkında” başlıldı yazısında ise haUun sivik kalitesi bakımından Mısır’da şûranın fizibilitesini ve Mısır halkına sağlayacağı yararları ele almıştır. Burada Abduh (1980: 1/360), ihtiyath da olsa hükümeti ve halkıyla Mısır’ın şûra sistemine hazır olduğunu savunmuştur. Ona göre açıkça görülmektedir ki Mısır'dı şûra, mümkünün ötesinde zorunludur, zira siyasî sistemin halk ve hükümet olarak her iki tarafında da buna bir engel olmadığı gibi bariz bir istek vardır. Ortak maslahata eğilim, yani demokratik kültür bakımından Mısır halkıyla diğer uluslar arasında bir tark yoktur.
Ancak Abduh’un somut bir parlamenter, anayasal hükümet modeli öncrcmcmcsi, Mısır’ın bu tür bir siyasî dönüşüme hanı olduğunun bir tespitten çok temenni olduğunu göstenniştir. Mısır’ da anayasal bir rejimin kültürel altyapısı olmadığı için belki de onun gibi aydınların kafasında somut bir anayasal model yoktu Nitekim sonuçta Abduh’un korktuğu başına gelmiş ve bir tepki hareketi olarak gelişen ‘Urâbî isyanıyla gelen anayasal rejim özlemi
hüsranla, În>çıli7 sonuçlanmıştır. Vc bunun uzrrinc o, ister
isteme? “idil diktatör" jçöruşunc kaymıştır Benzer şekilde Yeni OsmanlIların takipçisi Genç Turklerden Ahmed Rıza da halkta ji^rcklı bilinç olmadı^ takdirde siyasî reform mücadelesinin akım kalaca^nı vurg;ular. Halkın yeterli kültür vc bilinç düzeyine ulaşmadı^ için salııplcnmcdı^ndcn dolayı ilk Kânun-ı Esâsı girişiminin akim kalması bu gerçeği açıkça gostcnr. Bu yüzden ona göre reform sureci, halkın
Adalet ideali etrafında fikirlerini incelcdig;imiz Tunuslu Hayreddîn ve Namık Kemal gibi geleneksclci düşünürler, temelde Dogulu-Osmanlı siyasetnâme geleneğini sürdürür. Doğulu-Osmanlı siyasî felsefenin iki ideali “adalet" vc “rcfah"tır. Yakından bakıldığında görülür ki aslında, “refah", ana hedef “adalet”in türevidir. Refaha İbni Haldun’un benzer deyimiyle ümran, esas ideal olan adaletin hem sebebi, hem sonucudur. Bu yüzden tebaanın refahı, padişahın, meşruiyetin şartı olan adaletinin temel göstergesi olarak alınmıştır. Osmanlı ulemâsı, Namık Kemal gibi, ontolojik bakımdan adaletin değerinin önemini belirtirken, Koçi Bey gibi ıslâhâtnamc yazarları da yaptıkları çöküş analizlerinde adaletin bu sosyal, kameralistik işlevine vurgu yapmışlardır.
İktisadi açıdan bakıldığında bütün geleneksel ülkeler gibi Os-manlı da “moral ekonomi"yc dayalı bir refah devletiydi. Platonik, ideal bir düzen anlayışınca hiyerarşik bir toplumsal tabakalaşma modeli benimseyen Osmanlı’da modern anlamda siyaset vc iktisadın karşılığı yoktu. İktisat, sfizlükte tutumluluk, ıstılahta ise ilm-i tfdbir-i mertz.il, yani hane veya VVeber’in patrimon\alizm tcrimincc çapı büyoımüş bir haneyi belirten ülkenin gcçindirilmesi anlamına gelmektedir. Klasik dönemde yerli tebaanın tarım faaliyetiyle kazandığı gelirle ödediği vergiler, padişahın elindeki hâzinede toplanıyor ve padişah, tek elden, ailesi sayılan ülke halkının geçim ve refahını sağlıyordu.
716 V>»if Tofium
Padişahjn çocukları sayılan yerli Müslüman tebaayı güç arayışına iterek erdemli şehrin ideal düzenini bozabilecek ahlaken hor görülen siyaset (idare) ve iktisat (zanaat ve ticaı^ alanlan yabancı unsurlara bırakılmıştı. Bu yabancı unsurlar, ^ sette doğrudan padişahın kullan sayılan devşirmeler, zanaat ticaret hayatında ise gayrimüslim tebaaydı. Böylece OsmtnIi(J, Habeimas’ın “sistem** dediği “siyaset ve ekonomi", daha doj^ “iktidar sü’aseti ve pazar ekonomisi" yerli halktan anndınlarak ndf, ralize edilmiş ve patrimonyal merkeze rakip bir ekonomik-polıtj^ güç odağının çıkması önlenmişti (Gencer 2004b).
Platonik bir düzen anlayışına göre kurulmuş bir dünyada geçerli geçim ekonomisince refah, temel ihtiyaçtan karşılamak, kinaevç muhtaç olmadan ve israf yapmadan geçinmek anlamına geliyordu Oysa Batı’nın kapitalizm sayesinde İktisadî ve siyasî egemeni^ kurduğu bir dünyada artık bu felsefeyle ayakta kalmak ımkânsu hale gelmişti. Hem Platonik bir düzen felsefesince modem, kapita-listik ekonominin horlanmasından, hem de nisbeten zamanında^ askeri ve siyasî olarak güçlü konumundan dolayı OsmanL, ta Kâ* nûnî’den itibaren Batılılara ticari imtiyazlar vermekte sakınca görmemişti. Ancak bu ilişki zaman içinde Osmanlı’nın aleyhine döndü. Batı, bu süre içinde bilim, teknoloji ve ekonomiyle karaktenze gücünü tırmandırırken Osmanlı sürekli geriledi ve böylccc Batı karşısında inisiyatifi kaybeder hale geldi. Osmanlı, Batı’ya kapitülasyonları, önceden bir /ütuf olarak verirken, giderek mecbunvet sonucu fedakârlık olarak vermeye başladı.
Batı karşısındaki bu dezavantaj, XIX. asırda zirveye çıktı. T»-zimaftan itibaren Osmanlıların Batılı devletlerle yapuklan be» antlaşma ve kapitülasyonlar hep aleyhine olmuştu. 6 Ağustos 183f de İngiltere ile Baltalimanı’nda yapılan Ticaret Muahedesiyle yi-bancılara verilen ticaret serbestîsinin 1856 fermanı ile genişletilme si, yerli sanayiye öldürücü bir darbe vurdu. Yeni Osmanlılara goR Osmanlı halkı, birkaç sanat ve dâhili ticaretle geçinmeye çalışırken Tanzimat, onları da batırdı (Namık Kemal 2005: 279-83). Onhn göre Alî-Fuâd Paşalar Osmanlı Müslümanlarını siyasî bakımda Düvel-i Muazzama’ya peşkeş çekmekle kalmamış, mali pobnkik sayesinde de Avrupa’nın esiri kılmışlardı.bayan çantası modelleri sundu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder